26 Ekim 2020 Pazartesi

Cam

 Günlerdir içimde biriken öyle bir zehir. Uyuyamıyorum, uyanamıyorum. Sanki camdan yapılmışım ve bunu şimdi anlıyorum. Nereye desem, kiminle konuşsam tuzla buz oluverecek gibi. 37 yaşındayım. Ömrümde kendimi bu kadar zayıf hissettiğimi hatırlamıyorum. Bu acıyla yeni tanıştım.. Arabaların arkasından be de gezmeye gidicem diye ağlıyorum. Annem bir kere içten kızım demedi diye ağlıyorum. Hayatımda hatırladığım tek oyuncağı babamın metresi aldı diye, o adamı yine de herkesten çok sevdim diye, ve hastaneye yakın dönerciyi sevmişti, üç beş gün hastanede kalırsak yine gizli gizli yemek yer güleriz diye yanına vardığımda gördüğüm o kalabalık, o yas eden ama acısını, acısını anlamayan kalabalık için ağlıyorum. Daha yayladan ev alacaktı emeklilikte ve beraber yaralarımızı sararak çoğalacaktık.

Olmadı. Beni neden sevmediğini bile bilmeyen annem için ağlıyorum. Hatırlayayım niye ağladığımı diye yazıyorum bir yandan. O kadar uyuturdum ki yıllar boyu kendimi. Önce güçlü rolleriyle, herkesin imrendiği ama anlamadığı yüzümden hiç düşmeyen gülüşle. Sonra alkol ve ilaçlarla. Unutma. Kim olduğunu artık hatırla diyorum kendime. Hiç sevilmemenin acısını kendimi bildim bileli özyıkımla çıkardım kendimden. Bu kadar insana, alkole, keyfe ve kedere bulayınca suretini artık ne olduğunu bile unutuyorsun. 

Unutma. Hiç sevilmediğin bir ilişkide evlendin, çocuk yaptın ve terk edildin. Çocuğunu bencilce sevmesi, sana hala psikolojik şiddet uygulaması, düğün çekimlerinden yeni çocuğuna kadar konuşurken anlayışlı gibi davranmaya çalışırken nefretini kimlerden, acını nerelerden çıkardığını unutma kendim. 

Hep olmayacak insanların peşine düştün. Sevdin demeyeceğim çünkü kimi en son ne zaman sevdin hatırlamıyorsun bile. Sevmeye en yakın duyguyu hep terk edileceğini bildiklerine sundun. Sevilmeye layık olmadığını düşündün ve sevgiyi gördüğünde ne olduğunu bile anlamadın belki. Hadi ama, içten içe asla sevgiye layık olmadığını,  kimsenin seni yeterince sevmediğini düşündüğünü anla artık kendim. Yorma kendini, bilmediğin birşey ararken.

Anla ve yorma artık kendini. Öyle inceldin ki, kapıya kolunu çarpan darmadağın olacak gibisin. Ya ol ya da anla artık. Ağlamak nasıl güzel akıtırmış o her seferinde daha güçlü yerine dolan zehri öğren. Ağla ama anla artık. Kırıldığında artık toplayamayacak kadar eskidi ve inceldin ruhun.

Anla, ağla, anla. 

1 Mart 2017 Çarşamba

Sem

Bir sehre kac ölü sigar?
Kac kez gomulur insan denize nazir yamaclarda bir zeytin agacinin altina? Kac kere dogabilir kullerinden, yanmanin da bir erdemi olduguna inandigi halde?
Dilimde bir şarkı.  Bir mantra gibi, dua gibi, besmele gibi. Soyledikce deri dokuyorum. Altinda acik yaralar... Gun dogarken bir banka oturuyoruz ben, sarkim ve yaralarim. Ruzgar ne zaman esse kipkirmizi bir yarayi savuruyor sehrin sokaklarina. Yaralarimi doke saca bir hikayeden, bir hikayeye tasiyorum olu bedenimi. Ne zaman calacak kapim acaba. Bir copcunun farasinda sanki bir gun cikagelecekler. Bunlar sizin bayan sanirim, yolda dusurmussunuz deyip. Kapimin onune dokecekler benden artakalanlari.
Ne varsa toplayip yesile asik bir zeytin agacinin altina gomecegim tekrar kendimi.
Basucumda bir sarki mirildanacagim, bir mantra, bir dua, bir besmele gibi. Sonra kalkip topraktan, yeni yaralar acacagim sehrin jilet kaldirimlarinda.
...https://m.youtube.com/watch?v=dQWVLhPiwWI

23 Eylül 2016 Cuma

5 dakika

Sayfa goruntulenme istatistiklerine bakinca, burasinin hala içimi dokebilecegim yegane alan olmasi ne guzel. Cesitli balkan ve iskandinav ulkelerinden uc bes kisinin kim bilir ne ararken yolu buraya dusmus. Ayni dili konusmadikca sorun yok.
An itibariyla bosandim... Cok tuhaf geliyor. Bu sona cok uzun zamandir hazırdım,  bilemezsin. Belki ilk gunden beri. Aradan gecen zaman beni yaniltmadi, aksine toplaya toplaya, saglamasini ala ala geldik bugune. O zaman neden tuhaf, yalniz, terk edilmis ve hala seviyormus gibi hissediyorum? Bu gecici bir duygu, oyle mi?Bir sure sonra kendimi cok rahatlamis hissedecegim demek, pekala. Su anda hic oyle gelmiyor, bir olecekmisim hissi... Gecer diyorsun? Geçer elbet.

Komik olan ne biliyor musun? Aile terapistinin kapisindan girdigimizde karsisinda guluserek bekleyen insanlar gordugunde nasil sasirmisti. Gecen gun cocugumuz icin gittigimiz aile terapisti de bizim kadar olumlu bir çift gormediginden bahsetti. Hatta bugun hakimin bile yuzunde ayni ifadeyi gorduk. Herkes ne kadar uyumlu, iyi anlaşan bir cift oldugumuzdan bahsetti durdu yillarca. Peki biz niye hic mutlu olamadik?
Uzak yerlerden donup geldiginde, bir parcanin asla donmedigini anlamamis miydim, anlamistim elbette. O eksik parcanin yerini hep huzursuzluk, hep kavga, hep kin doldurdu. Sen geri gelmedin, ben biraktigin yerde beklemedim. Bizden arta kalanlarla bu kadar oldu demek ki.
Bu kadar eskiden biten birsey icin simdi agit yakilir mi, ne dersin? Yine de ask mi dersin, aliskanlik mi, tanisiklik mi; sanki amaan, bosver simdi bunlari, gelirken ekmek alsana diyecek gibiyim. Cocuktan once deliler gibi sabahlara kadar izledigimiz dizinin yeni sezonu baslamis, bu aksam baslasak ya kaldigimiz yerden diyecek gibiyim. Ya isyerinde ne oldu biliyor musun diye heyecanla anlatacak gibiyim. Komsunun patavatsizligina sayarken senle gulecek gibiyim. Cocugumuz nerde diye sordugunda az sonra gelir, yoldadir diyecek gibiyim. Giderken boynuna sarilip opecek gibiyim...
Gececek demistin degil mi, gecer tabi.
Yine de yillar, yollar, anilar biriktirince nereye koyacagini sasiriyor insan. Bu aramizdaki ucurum yeter mi dersin, peki, orada saklarim. O dipsiz kuyunun icinden kolay kolay cikamaz artik.
Yine de, butun mutsuzluguma, umutsuzluguma ragmen kal diyecek gibiyim...

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Facebook Profil Fotografinda Yaşayan Bekar Adam

Karısının dondure dondure kullandigi 3, bilemedin 5 fotograf vardir.  Evlilik yil dönümünde düğün fotoğrafı (koca dahil), çocuğu varsa doğum fotografi (bebe ve koca dahil), yüzündeki kirisiklarin nispeten az olduğu üç beş sene evvelinden bir fotoğraf (koca daha sevgiliyken aşk dolu bakislar dahil). Bahsi gecen kadinin kocasinin facebook profili ise evliligin nasil gittigini cumle aleme duyuran ozettir aslinda. Kadinin kocasina ulastiginizda, facebook profilinde bekar yasayan adamla tanismis olursunuz. Erkekleri profil fotografina gore siniflamak elbette oldukca yuzeysel bir yaklasimdir, bastan atarlanacaklar konunun bilimsel bir arastirma olmadigini unutmasin piliiz.
Karisina sarilmis ya da basbasa fotografini koymus adam: Ya yeni evlidir, ya hesabini karisi yonetiyordur. Ikisi de degilse karisini tebrik ediyoruz, o dogru adami bulmustur.
Çekirdek aile fotografi koymus adam;çocuktan sonra bile dogru adam olmayi surduren eli opulesi adamdir.
Tek basina, sefil bir fotografi olan adam;bekarken de sosyal medyadan pek anlamayan adamdir. Fotograf muhtemelen nekarliktan kalmistir, zararsizdir. Facebooka nadiren, es dost gormeye girer.
Logolu bayrakli profil fotografli adam; sosyal medyayi sadece sosyal mesaj vermek, siyasi partisini desteklemek, tuttugu takimin maclarinin ardindan durum guncellemesi yapmak icin kullanir.  Arada ese dosta bakiyorum uc satir, isim olmaz der. Bu isim olmazci adam her aksam facete takilmaya basladiysa bi isi de olmaya baslamis olabilir, dikkat.
Kasinti, gunes gozluklu yalniz takilan adam; facebooktaki en tehlikeli turdur. Profil fotosu yandan bakis atmis, gunes gozluklu, icki sofrasinda kasilan gibi yalnizim diye bagirirken, evli olduğunu sadece etiketlendigi fotograflardan, es dostun 'Cengiz abi, ablama ulasamadim selam soyle, çocuğu da opun.' gibi yorumlarindan anlarsiniz. Iliski durumu bos birakilmistir. Esi sorsa. "Aman sacmalama, ne feysi allaskina?" diye atarlanirken butun gecesini ayni mecrada harcayabilir. Net aleminin en sinsi avlananidir.
Biraz kulturlusu cesitli sayfalarda, gruplarda trendy yorumlar yazip dikkat cekmeye calisirken daha kirolari caat diye kadinlara arkadaslik istegi yollar, ozelden "mrb, nbr?"  mesajlari atar, yilmadan usanmadan olumlu cevap alma umidiyle o profil senin bu profil benim gezer.
Ilki yakalansa da enteldir, karisinin kulagina kar suyu kacirmadan calisir. Ikincisinin karisi yakalasa da bisey yapamaz, en fazla bagira cagira sindirilir, sifreler degistirilir, konu kapatilir.
Evet, yuzeysellikte bir gurur abidesi gibi duran facebook adamlari tespitimiz bittigine gore dagilabiliriz. Yine de ben olsam hafiften yoklardim bi arkadas listemi, dunya hali.

30 Temmuz 2016 Cumartesi

Simdi öyle uzak ki geldigim yollar...

Gogsunde, kalbinden cikan kocaman bir yilan dovmesi... Kipkirmizi bir kan acik agzindan asagi dogru akmis, vucudunu sarmis. O ben miyim? "Olu bir yilan gibi yatiyordu aramizda, yorgun, kirli ve umutsiz gecmisim, oysa ben sende butun asklarimi temize cekmistim..." Sana kavusmanin heyecaniyla surekli anlatiyorum, surekli. Gitmek istiyorum seninle, tut elimden, bir an evvel kacip gidelim. Bir turlu anlatamiyorum yine, bir seyler, birileri giriyor, karisiyor hersey birbirine. Ben yine, yine, yuzuncu kez seni buluyor ve kaybediyorum. Senin siirindi yaz gecer, o yilan ben miyim gogsunde coreklenen? Benim siirimi hic bilmedin;bilardo toplari. Yazgimi, hep baskalarinin istakalarinin insafina biraktim. Iyi misin, huzurlu musun?hep dedigin gibi hissediyor musun acimi hala, hala o bag derinlerde bir yerde duruyor mu? Sana soracagim o kadar cok sey var ki, ama cok uzak yollarin iki ayri ucunda duruyoruz hala. Iyi misin? O gogsunde yatan yilan, o agzindan zehri fiskirip karnini dolduran kipkirmizi kaniyla o yilan kim?Ben miyim?Bensem de, degilsem de uzak dur nolur. Ve lutfen, ruyalarima girdiginde bir kez olsun konus benimle artik.  Elinden tutup tutup kaybolmaktan yoruldum. Sana bir kez sesimi duyursam rahatlayacagim sanki, o eksik parca oturacak yerine. Gercek hayatta seni ne zaman bulsam kirip dokup, dilini lal edip uzaklastirmama ragmen, ne komik degil mi ruyalarimda sana anlatacagim o kadar cok seyimin olmasi... Seni yine gorsem, yine diyecegim ki, cok uzun yollardan gectik. Cok yanlis, cok izbe, cok uzak... sana artik ne desem o kadar igreti ki. Yine de sana anlatacagim cok sey var;sana soracahim cok sey var. Bir daha geldiginde beni dinle nolur. Ve gogsunde yatan o yilan... o senin degil belki benim kirli gecmisim, sahi o ben miyim?

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Güzel Öldünüz Beyler

Bu ülkede her gün, bir önceki gün yaşanan dramaya uyanıyor ve soruyoruz kendimize, 'Daha kötü ne olabilir ki?' Yeterince düşmüş olmanın, yeterince rezil, yeterince soyulmuş, aç kalmış, sömürülmüş, dayak yemiş, gaz yemiş olmanın, insan yerine konmamanın en beterini yaşıyoruz sanıyoruz. Diyoruz ki 'Tamam ulan, vurdun işte dibe. Bir insan, bir ülke daha ne kadar düşebilir ki?'
13 Mayıs sabahı gördük ki aslında, henüz ''yeterince'' düşmemişiz, yeterince ölmemişiz mesela; o gün öldük. Üç  değil, beş değil, çok öldük. Herkes şaşırdı çok ölmeye, sanki başka çaresi varmış gibi yerin altına gömülen adamların, başka kader mümkünmüş gibi. Bir kımıldanma oldu memleketimde. Aşırıyı sevmeyen, herşeyi kararında ve üsturuplu seven memleketime üç yüz bir adam çok geldi. Teker teker ölseydiniz halbuki beyler, ülkenin rahatını bozmaya ne hakkınız vardı sizin?  Her gün ikişer üçer avlanan kadınlar gibi ölsenize kardeşim, bir kerede 301 kez ölünür mü? Bak, maden sahibi gripmiş. İnsan önce bir izin alır, patron müsaitse ölürsün. Bir günde üç yüz bir eve ateş düşürüp, dumanında yok edilir mi ocaklar, barklar? Üç yüz bir diyorum; yüzü çamura, ateşe bulanıp isimsiz gömülenleri saymıyorum bile. Rahatından zerre ödün vermeyen yüzsüzler ise bambaşka, anlayamazlar sizin üç yüz bir yaralı, karalı, sessiz sedasız ölüşünüzü.
Çok doğal ölümdü gerçi, güzel de öldünüz. Hepimiz beğendik sanal alemde, gönderdik iletileri çatır çatır,yorum yaptık, paylaştık. Hatta yüzünü gözünü boyayıp fotoğraf çektirenler bile oldu.  E o kadar zahmet edip öldünüz,bir madenci 'selfie'si de çekmese miydik? Siz bilmezsiniz selfieyi, nerden bileceksiniz? 'Self'i (kendi) için yaşamamış adamın kendi fotoğrafı mı olur? Siz o kadar güzel öldünüz ki çektik koyduk fotoğraflarınızı sizin yerinize, ananız babanız, bacınız karınız gelip sizi teslim alabilsin diye...
O kadar 'kara'bir mizahın başrolündesiniz ki, görseniz bir daha ölürdünüz. İnsan o kadar çok hayret ediyor ki haksızlıklara, adaletsizliğe, göz göre göre kandırılmaya, yalana, dolana... Bir yerden sonra kendini ve yaşadığın memleketi bir yabancının gözünden görmeye başlıyorsun ve baştan başlayıp tekrar tekrar hayret ediyorsun... Biz bu hayret etmekten yorulduk da,siz günlerdir ölmekten yorulmadınız.
Çok öldünüz beyler, bu kadar da ölünmezdi, aşkolsun size. Kavrulan ciğerlerinizi yabancısı olmadığınız, o ait olduğunuz topraklara koyarken biz utandık. 301 eve kor düştü kazdığınız kömürden. 301 anne, 301 baba, 301 eş,sevgili, oğul, kız, teyze, hala,amca, yeğen yandı. Artık solgun resimlerde solmayan bir hatıra, koskoca memlekete yüz karasısınız.
Çok öldünüz beyler, ama çok sürmez unutulursunuz. Yarın başka kadınlar ölecek, başka çocuklar, başka adamlar. O kadar alışkınız ki ölmeye, öldürülmeye, itilmeye, kakılmaya. Sanmayın yıllarca yasınız tutulur; anca kor düşen ocaklar tüter için için. Ötekiler için bir derya bu memleket. Yarın hangi oltaya takılacağımızı bir Allah bilir.
Fakat güzel öldünüz beyler. Kalanların kömür değil yüz karalarını nasıl temizleyecekler onu düşünsünler varsınlar;  siz öyle masum, öyle temiz, öyle içten öldünüz ki,ışıklar içinde, nur içinde uyuyun.

14 Nisan 2014 Pazartesi

Denize Doğru

Ben herşeyi,  çoğu zaman en çok ve sadece sana anlatmak isterdim...Sözlüye kalkacak çocuklar gibi bir yanım hep senin için, senin iyi çocuğun olmak için uğraştı yıllar boyu. Öteki umursamaz yanım küskündü oysa. Senin çocuğun olmak istemeyen kırgın yüreğim, nereye savrulsa hep düştüğü yerde kaldı. En uzağa düşmek hırçınca bir başarıydı, düştü.
Ben herşeyi sana anlatmak isterdim. Otogarda ağlarken gördüğüm pembe kazaklı kızı mesela... Aklıma iç çekişleri kazınan, tuttuğu eli bir türlü bırakmak istemeyen, bıraksa düşecek kızı.... Soğuk Ankara garını anlatmak isterdim. Buz gibi ve boyası dökülmüş demir koltukların üstünde gezinen ince narin parmakları.
Ben sadece sana anlatmak isterdim, penceresinden deniz akan ve pervazından takalar geçen o evi. Puslu sabahlarda balıkçılar üşüşürdü balkonlara ve ben denize merdiven dayayan şehirler gördüm. Sana anlatmak isterdim.
Ben en çok sana anlatmak isterdim. Penceresi beyaza bakan kar kokulu evlerde küskün kadınlar yaşardı bıraksan düşecek... Yollara bakan camları vardı ve o yollardan gelmeyenleri. Bir gölge olurdu hayalinde kadınların; sesi kelimelerden üstün mektuplar okunurdu akşamları. O mektupları anlatmak isterdim sana. Yüzü olmayan adamların gözleri olmayan kadınlara yazdığı mektupları. Gözyaşlarıyla dağılmış mürekkeplere banan dudakları, kalemin kayıp gidişindeki hüzünde boğulanları, birikmeye ve biriktirmeye dair o ilk anıları. Sonra M. Mungan'ın dediği gibi zamanla birikenle biriktirenin birbirine karışmasını, biriktirenin biriktirilenden daha az yaşadığı zamanları anlatmak isterdim.
Ben bir tek sana anlatmak isterdim; hayatın ortasında yeşeriveren o çiçeği, ve söktüğünde kalan kendinden büyük çukuru... O çiçek ki geri eksen de tutmaz asla, ve çukuru mezarıdır onca aşkın, onca yaşanmışlığın, onca tanıklığın... Hiçbir toprak dolduramadı o çukuru ve yasını tutan olmadı çiçeklerin yüzü olmayan adamlar ve gözleri olmayan kadınlar dışında...
Ben herşeyi, çoğu zaman, en çok ve sadece sana anlatmak isterdim. Bir ayrılıkta boğulan adamları, bir şarkıyla vurulan kadınları. Her yerinden çok çok eski sevda sözleriyle vurulmuş delik deşik kalpleri... en çok sana anlatmak isterdim bir ahın alıp götürdüklerini...
Kalbim kendine işkence eden öğretmenine kırgın, sözlüye kalkmış bir çocuk hep. Anlatmak istiyorum en çok aramızda ölü bir yılan gibi yatan zamanı, ama anlatacak kelime bulamıyorum. Sözlerim puslu sabahlarda takalara yüklenmiş gitmiş. Sözlerim kaybolan ağrılı mektuplarda. Sözlerim bir parkta düşürülmüş, bir otogarda sabahlamış... Sözlerim bir ahla vurulmuş ve yatıyor çiçek mezarının dibinde...
Ben herşeyi, sadece sana anlatmak isterdim; göğe bakan denizlere doğru durup, bu kadar kıfayetsiz olmasaydım eğer...